Boşanma Süreci

Araştırmalara göre evliliklerin yarısı ilk yedi yıl içerisinde sona ermektedir.

Her aile ve çift boşanma kararı öncesinde, boşanma süresinde ve sonrasında belirli süreçlerden geçer. Ayrılık ya da boşanmayı izleyen aylarda ailenin yaşadığı değişiklikler çok çeşitlidir. Bir yandan duygusal bir kargaşa, diğer yandan maddi sorunlar yaşanır. Bu gelişmeler ailenin yaşam tarzını da değiştirir. Ayrılık henüz sıcak olduğu için, bu durumdan etkilenen bireylerin zihinleri devamlı bu konu ile meşguldür. Zamanla bu durum değişir, ancak bu kez yeni bir hayat kurma gerçeği ile yüz yüze kalınır.

Boşanma ve yeniden evlenmeler, ailenin her işlevine etki eden bir seri karmaşık değişikliğe neden olur. Boşanmanın ilk yılı yetişkinler için oldukça zordur. Boşanmış kadınların üçte ikisinde, erkelerinse üçte birinde önemli ruhsal sorunlar gözlenmektedir.

İstenmeyen ya da sert bir boşanma, bir yetişkini geride kalmış bir gelişim aşamasına döndürebilir veya kişiliğinden beklenmeyen davranışlara itebilir. Bazı yetişkinler tamamen çaresiz, çocukları dahil başkalarının bakımına muhtaç hale düşebilir.  Ailede roller değişebilir,  çocuklar ebeveynin bakımını üstlenirler ve sırdaşı olurlar. Sonuçta, çocukta çarpık bir gelişim ve ebeveynin aracılığı ile edinilmiş yanlış bir gerçek anlayışı ortaya çıkar.

Ayrılma ve boşanmanın hemen sonrasında insanlar, ya kendilerini diğerlerinden soyutlama ya da olağanüstü sosyal yaşam sürdürme modellerinden birini seçerler. Bazı insanlar boşanma ile ilgili olarak mutsuzluk ve öfke duyduklarını kabul etmezler. Her şeye kolaylıkla uyum sağladıklarını ve kendilerine mükemmel bir hayat kurduklarını iddia ederler.  Çeşitli faaliyetlerle meşgul olmak herkese iyi gelebilir. Eğer bunlar başka sorunlardan kaçmak için yapılıyorsa ve yorgunluktan kendisinin ve kendine yakın insanların ihtiyaçları ile ilgilenemiyorsa, bu durum depresyonu ancak bir süre için ertelemeyi sağlar. Sonunda, sorunlar çözümsüz kaldığı için çöküntü kaçınılmaz olur

Depresyon

İnsanlar zaman zaman kendilerini üzüntülü ve mutsuz hissederler. İşinden ayrılmak, sevdiğini kaybetmek veya başarılı olamamak üzüntüye yol açan yaşam olaylarındandır. Kısaca üzüntü normal yaşamın bir parçasıdır. Ancak bu üzüntülü durumun uzaması ve nedensiz ortaya çıkması ruh sağlığı sorunudur ve depresyon olarak tanımlanır. Depresyon, duygu düşünce ve davranışı etkiler. Tedavi edilmediği takdirde aylar, yıllar bazen de ömür boyu sürebilir.Aşağıdaki belirtilerden bazıları aynı anda sizde bulunuyorsa depresyon geçiriyor olabilirsiniz:

• Kendini üzüntülü, değersiz, umutsuz, çaresiz, hissetme, içinde boşluk duygusu olması• Karar verme güçlüğü, konsantrasyon zorluğu, unutkanlık

• Daha önce zevk alınan iş ve aktivitelerden zevk alamama (cinsel isteksizlik dahil)

• İşte, okulda, aile ve arkadaş arasında sorunların ortaya çıkması

• Diğer insanlardan uzaklaşma ve yalnız kalma isteği

• Enerji azlığı, yorgunluk hissi ve çabuk sinirlenme

• Uyku bozukluğu (uykuya dalamama, uykuyu sürdürme güçlüğü, sabah erken uyanma veya fazla uyuma şeklinde olabilir)

• Yeme bozukluğu (iştahta azalma veya artma),

• Nedeni belli olmayan baş, boyun, sırt ağrısı gibi vücudun değişik yerlerinde sürekli ağrılar hissetme

• Son zamanlarda fazla alkol almaya başlama veya yatıştırıcı ilaçları kullanma ihtiyacı hissetme

• Kendine zarar verme, intihar planları yapma, intihar girişiminde bulunma

Depresyon tanısı almak için bu belirtilerin hepsinin birden sizde olması gerekmez. Bu şikâyetlerin birkaçı aynı anda sizde bulunuyorsa doktora başvurmanız gerekir.

Kronik Hastalıklar

Kronik Hastalara ve Hasta Yakınlarına Psikolojik Destek (Kanser vb.)

Kronik sağlık sorunlarıyla karşılaşan pek çok insanda şok ve inkar tepkisi gözlenir. Bu tepkiyi, kaygı (anksiyete), depresyon, öfke gibi sorunlar takip edebilir. Çoğu durumda hastalar, bir müddet sonra hastalıklarını kabullenmeye ve durumla yüzleşmeye çalışır. Bununla birlikte, ciddi kronik hastalıklara (kanser, organ yetmezliği gibi) yakalanan kişilerde profesyonel müdahale gerektiren psikolojik rahatsızlıklar gözlenebilir.

Dünya Kanser Raporu’nda belirtilen verilere göre kanser hastaları, nüfusun geneline göre ciddi düzeyde stres tepkisi gösterdiği bilinmektedir. Kronikleşen stresin hastalığın tedavisi sürecinde de uyumu zorlaştırdığı ve hastalık seyrini olumsuz etkilediği gözlenmiştir.

Kronik hastalıklar yalnızca o hastalığa yakalanan bireyi değil tüm aileyi etkilemektedir. Ailenin strese karşı verdiği tepki, uyum sağlama becerisi, yaşam döneminde ortaya çıkan krize müdahale şekli, sosyal desteğin varlığı (geniş aile, akraba, arkadaş çevresi gibi) gibi pek çok değişken kronik hastalıklarda hem hastanın hem ailenin tedaviyle uyumunu şekillendirmektedir.

Kronik hastalıklar, aile içinde yoğun bir kaygı ve stres unsuru haline gelebilir. Kronik hasta ve hasta yakınlarında öfke, üzüntü, depresif tarzda duygular gözlenebileceği gibi aile üyeleri arasında suçluluk duyma ve/veya suçlama gibi tepkiler ortaya çıkabilir.

Özel gereksinimli bir çocuk dünyaya getirmek (zeka geriliği, gelişim geriliği, serebral palsi, down sendromu, otizm, alerji, ortopedik sorunlar vb.); karaciğer, kalp, dolaşım, böbrek vb. bir rahatsızlığın olması; kanser; görme, işitme kaybı gibi sorunlar aile sistemi içinde üzüntü, öfke, kaygı, engellenme hissi yaratabilir. Bu gibi durumlarda aile üyeleri kendini, kronik rahatsızlık yaşayan kişiye göre uyarlamak durumunda kalır.

Kronik hastalığı bulunan aile üyesinin ihtiyaçları doğrultusunda bakım vermek, gerektiğinde ilgili işbölümü yapmak ve gündelik rutini bu yönde düzenlemek gerekmektedir. Ani şekilde ortaya çıkan kronik bir hastalıkta ise mevcut duruma uyum sağlamak ve aileyi bir arada tutmak oldukça önemlidir. Kronik hastalığı bulunan kişinin ihtiyaçları arasında fiziksel bakımla birlikte en başta sosyal destek gelmektedir. Yalnız olmadığını hisseden ve sosyal olarak desteklenen bireylerin kronik hastalıkla daha iyi baş edebildikleri ve daha etkili şekilde uyum sağlayabildikleri bilinmektedir.

Kronik hasta ve hasta yakınlarının uyum becerilerini desteklemek, baş etme becerilerini geliştirmek ve psikososyal açıdan desteklemek fiziksel olarak hastalığı tedavi etmek kadar önemlidir. Bu konuda kullanılan çeşitli tedavi ve psikoterapi yöntemleri bulunmaktadır.

Aile terapisinde aile üyeleri, aile sisteminin parçaları olarak ele alınır. Dolayısıyla aile üyelerinin yaşadığı herhangi bir zorluk/hastalık, tüm aileyi etkiler. Kronik hastalıkla baş etmede, aile bireylerini güçlendirmek, duygusal olarak yaşadıkları zorluğu ifade edebilmelerine olanak sağlamak, aile üyelerinin birbirleri ile aralarındaki ilişkiyi desteklemek ve kişisel olarak güçlü yanlarına vurgu yapmak, yaşanan sorunun birlikte çözümlenebileceği konusunda yüreklendirmek oldukça önemlidir.

Kronik hastalığa yakalanan birey için bireysel psikoterapi de kullanılan yöntemler arasındadır. Ani şekilde ortaya çıkan kronik rahatsızlıklarda bireyin yaşamını yeniden uyarlaması, sınırlandırmalar konusunda esneyebilmesi, gündelik rutinini yeniden ayarlaması konusunda psikoterapinin büyük ölçüde faydası olmaktadır. Doğumdan ya da erken çocukluk döneminden itibaren kronik rahatsızlığı bulunan birey, yaşam becerilerini bu doğrultuda geliştirmekte ve uyum sağlayabilmektedir. Ancak yaşam dönemleri içinde, geçiş evrelerinde çeşitli duygusal belirtiler (öfke, suçlama gibi) görülebilir: Örneğin, ergenlik döneminde kendini kısıtlanmış hissedebilir, farkı…

Fobiler

Fobi, belirli bir nesne ya da duruma karşı hissedilen yoğun ve makul olmayan korkudur. Birey, fobik nesne ya da durumla ilgili yaşadığı korkunun saçma olduğunu bilir ancak korku duymaya devam eder ve bu konudaki akılcı olmayan düşünceleri engellemekte güçlük yaşar. Korku aşırı düzeye ulaştığında birey, endişe yaşanan nesne ya da durumdan kaçınmaya başlar. Bir süre sonra korkulan nesne ya da durumun düşüncesi bile tetikleyici olur. Korkulan nesne ya da durumdan kaçınma ise bireyin işlevselliğini önemli ölçüde etkiler ve yaşam kalitesini bozar. Özgül fobilerin popülasyonda görülme sıklığı yaklaşık olarak %6 civarıdır. Kadınlarda, erkeklere göre daha sık gözlenmektedir. Korkuların çok fazla arttığı ve kişinin gündelik hayatını sürdürme konusunda onu işlevsiz hale getirdiği durumda ruh sağlığı alanında çalışan profesyonellerden (psikiyatrist, psikolog) destek alması oldukça önemlidir.

Fobilerin Nedenleri Nelerdir?

Fobik durumun başlangıcı, bireyin korku uyandıran nesne/duruma doğrudan maruz kalması ya da bu tarz bir deneyimi gözlemlemesiyle ortaya çıkabilir. Fobik nesne/durum bireyde huzursuzluk, kaygı, korku, çaresizlik hissi yaratır. Bu durumla baş edemeyeceğini, zarar göreceğini ya da bedensel belirtiler göstereceğini (kusmak, bayılmak, baş dönmesi gibi) düşünen kişi rahatsızlık duyar. Bu rahatsızlığı azaltmak için fobik nesne/durumdan kaçınır. Kaçınmayla birlikte az da olsa hissettiği rahatlamayla beraber bu tepki pekişir. Sonraki aşamalarda, her fobik nesne/durumla karşılaştığında kaçınma eğilimine girer. Bu sebeple de hiçbir zaman fobik nesne/durumla yüzleşemez.

Fobik Durumlarda Görülen Belirtiler Nelerdir?

Fobik nesne/durumla karşılaştığında bireyde terleme, karın ağrısı, titreme, sık nefes alıp verme, boğulma hissi, göğüste ağrı, idrara çıkma isteği gözlenebilir. Sürekli olumsuz yönde düşünceler (zarar görme, bayılma, ölüm gibi) eşlik eder ve yoğun bir kaygı, korku yaşanır. Bu gibi anlarda birey, bu yoğun korku ve kaygıyı yaşamamak için fobik nesne/durumdan kaçınma eğilimi gösterir.

Fobilerin Türleri

En sık gözlenen fobiler arasında; kapalı yerde kalma korkusu (klostrofobi), yükseklikten korkma, asansörden korkma, hayvanlarla ilgili korkular, örümcek korkusu, uçan nesnelerden korkma, uçak fobisi, kan enjeksiyon fobisi (kan alımı/iğneden korkma) sayılabilir. Bazı durumlarda ise birden fazla fobik durum bir arada gözlenebilir.

Fobik Durumların Nedenleri

Fobik durumlar genellikle, tecrübe edilen olumsuz bir yaşam olayının ardından gelişir. O sırada gerçekleşen öğrenme yaşantısı, kişiyi daha tedbirli olmaya iter, bir süre sonra bu tedbirler arasında, mevcut durumdan tamamen kaçınma yer alır. Bu da kişinin yaşam kalitesini düşüren ve hareket alanını kısıtlayan bir durum haline gelir. Fobik durumların ortaya çıkışında genetik yatkınlıktan da bahsedilmektedir (kaygılı ya da fobik kaçınması olan bir ebeveynle yetişmek gibi). Daha hassas, incinir mizaçtaki çocukların da genetik olarak kaygı bozukluğu (fobi gibi) geliştirmeye daha yatkın olduğu araştırmalarca ortaya konmaktadır.

Görüldüğü yaşlar, genellikle çocukluk dönemi olmakla birlikte sonraki yaşlarda da ortaya çıkabilir (asansör korkusu, uçak fobisi, kapalı yerde kalma korkusu gibi).

Fobilerde Kullanılan Tedavi Yöntemleri

Fobik nesne/durumla ilişkili yoğun kaygı, korku ve kaçınma davranışı altı aydan uzun süre devam ettiğinde profesyonel yardım alınması önemlidir. Bilişsel Davranışçı Terapi ya da sanal gerçeklik gibi teknikler özgül fobilerin tedavisinde ilaçlı tedavinin yanı sıra kullanılan oldukça etkili yöntemlerdir. Özgül fobilere müdahalede esas prensip, bireyin kaçındığı fobik nesne/duruma maruz bırakarak kaçınmayı engellemektir. Fobik nesne/durumla karşılaştığında zarar göreceğini, bayılacağını, kusacağını ya da öleceğini düşünen kişide yoğun bir kaçınma davranışı gözlenir. Bir süre sonra fobik nesne ya da durumla ilişkili olabilecek her şeyden kaçınır hale gelir ve işlevselliği büyük ölçüde etkilenir. Bireyi, aşamalı olarak kaçınılan nesne ya da duruma maruz bırakmak tedavi protokolünün esasını oluşturur. Kaygı ile çalışırken kullanılan yöntemler arasında psikoeğitim vermek, tutumlar üzerinde çalışmak, kaygı veren olay-düşünce-duygu-davranış arasındaki bağı kurmak oldukça önemlidir.

Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB)

Aslında son 15-20 yıldır DEHB farkındalılığı her geçen gün artmaktadır.Bilinen yönleri çoğunlukta fakat halen nedeni ve tedavisi konusunda bir çok çalışmanın yapıldığı bir bozuklukdur.Dünya da bununla ilgili ciddi eğitim sistemleri ve sağlık giderlerini azaltmaya yönelik uygulamalar mevcuttur.

DEHB çoğunlukla çocukluk çağı döneminde başlayıp devam eden bir bozukluktur.

Genelde aileler ya kendileri yada okul döneminde öğretmen yönlendirmesi ile durumu fark etmekteler. En büyük yanılgı da çok hareketli bir çocuk çünkü çok zeki gibi bir düşüncedir.DEHB belirtileri bir zeka göstergesi değildir.

Aile veya okul gözleminde:

• Çok hareketli,

• Hiç oturmuyor,

• Sürekli yüksek sesle konuşuyor,

• Hep sıkılıyor,

• Derste oturmuyor,

• Sürekli tuvalete gidiyor,

• Kendi gibi arkadaşlar seçiyor,

• Arkadaşlarına, kendine zarar veriyor gibi yakınmalar ile başvururlar.

DEHB olan çocuklar için aile veya öğretmen:

• Ama istediği zaman herşeyi yapıyor,

• Bilgisayarda çok güzel oturuyor,

• Aslında çok zeki ama kullanmıyor gibi gözlemlerinide belirtirler ve durumun DEHB ile ilgili olmadığını savunabilirler.

DEHB :

• Dikkat eksikliği,

• Hareketlilik,

• İmpulsivite (dürtüsellik) temel bulgulardır. Tabi ki bunların çocukta görülme şekilleri farklı olacaktır.

Dersin başına oturmada zorlanma,başladığı işleri yarım bırakma,konuşmaların arasına girme,sırasını bekleyememe,unutkanlık,dağınıklık,bilgileri organize etmede zorlanma,zamanı kullanmada sıkıntılar gibi farklı bulgular görülebilir.

DEHB:

1. Dikkat eksikliği belirgin tip

2. Hiperaktivite belirgin tip,

3. Her ikisinin birlikte görüldüğü tip olarak ayrılmaktadır. Bunu özellikle vurguluyorum çünkü aileler DEHB denince hepsinin bulunması gerektiği gibi bir düşünce içinde olabilmektedir.

DEHB’la birlikte görülebilen Öğrenme Bozukluğu, Anksiyete Bozuklukları,Depresyon,Davranım bozukluğu,Karşıt Olma Karşı Gelme Bozukluğu,Tik Bozuklukları,Depresyon gibi durumlarda değerlendirmede göz ardı edilmemelidir.

DEHB doğru bir şekilde tedavi edilmediğinde ileriki yaşlarda:

• Alkol gibi madde bağımlılıkları,

• Sigara kullanma,

• Başladığı işte sebat edememe (yani bir baltaya sap olamamak gibi),

• İlişkileri yürütmede zorlanma,

• Sık partner değiştirme,

• Kontrolsüz erken yaşta cinsel aktiviteler,

• Suça meyil gibi yaşamı olumsuz etkileyecek durumların görülme olasılığı normal popülasyona göre daha yüksektir.

DEHB tedavisinde doktor,aile ve öğretmen işbirliği çok önemlidir. Aileyi ve okulu bu bozukluğun ne olduğu hakkında mutlaka bilgilendirmek gerekmektedir. Aynı zamanda ev içinde,sosyal ortamlarda,okulda nasıl davranılacağı konusunda bilgi verilmelidir.Bunların yanında ilaç tedavisi aileye anlatılmalıdır.Çünkü aileler ilaç kullanımı konusunda medyada yada sosyal hayatlarında duydukları haberlerden olumsuz etkilenmektedir.Kar zarar hesabı,ilacın etkileri,yan etkileri etraflıca konuşulmalıdır.

Yetişkinlik döneminde fark edilen DEHB olan bireylerde öncelikli tedavi ilaç tedavisidir. Bununla birlikte davranışçı destekler devam edilirse daha iyi sonuçlar alınmaktadır.

DEHB tedavi edilebilen ama işbirliği gerektiren bir bozukluktur.

Sınav Kaygısı

Kaygı, heyecan hayatın içinde olan doğal ve kaçınılmaz duygulardır.  Aşırı düzeye çıkmadığı ve kişinin performansını olumsuz etkilemediği sürece  bizi hedefe yönlendiren, motive eden bir  güçtür. Baş edilemez  düzeye çıktığında  ise insan hayatını olumsuz etkileyen, birçok alanda performansı azaltan bir engel halini alır.

Sınav kaygısı; sınavdan günlerce hatta aylarca önce başarılı olup olunmayacağı  konusunda aşırı kaygı yaşanması ile kendini gösterir. Bu kaygı belirtileri sınava çalışma motivasyonunu etkileyebileceği gibi uyku, yemek, sosyal ilişkiler gibi günlük aktiviteleri de olumsuz düzeyde etkileyebilmektedir. Bununla birlikte sadece sınav öncesi değil  sınav sırasında da aşırı heyecan ve bu heyecanın getirdiği bazı duygusal ve fiziksel belirtiler  sınav  performansını etkileyerek başarı düzeyini düşürebilir.

Sınav sırasında ya da sınavın düşünüldüğü durumlarda  çarpıntı, düzensiz kalp atışları, karın bölgesinde huzursuzluk ya da ağrı, soğuk terleme ve baş ağrıları, düzensiz solunum, ellerde uyuşma, titreme, vücutta ateş basması ve bayılma hissi, baş dönmesi, bir şey düşünemiyormuş hisleri,  kas yorgunlukları sınav kaygısının fiziksel belirtileri arasında sayılabilir.

Sınav zamanlarının korkulu bir rüya gibi görünmesi, başarısız olursam korkusu ve bunun getirdiği yetersizlik düşünceleri ve başarılı olamayacağım yargıları, panik hissi,aşırı sinirlilik, ağlama, iyi çalışmaya rağmen hiçbir şey hatırlamadığını ve hiçbir şey bilmediğini düşünmek ve konsantrasyon güçlüğü, huzursuzluk, aşırı yorgunluk hissi, sıkıntı, bunaltı, aşırı hareketlilik,  sınav sırasında zihninizin donduğunu, bulanıklaştığını ve tam olarak düşünemediğini hissetme ve soruları heyecandan okuyamama gibi belirtiler duygusal belirtiler arasında sayılabilir.

Bütün bu belirtilere ek olarak, yeterince çalışmadığı için  kendini suçlama, kendini yetersiz hissetme, sınav sonrasının felaket olacağı, kimsenin yüzüne bakamayacağı, çevresini hayal kırıklığına uğratacağı şeklinde düşünceler ortaya çıkmakta  ve bu negatif düşünceler öğrencide akademik ortamdan uzaklaşıp, ders çalışmaya karşı ilgisizlik, isteksizlik, endişe ve tedirginlik duygularının yoğunlaşmasına neden olmaktadır.  Bu durum, öğrencide sınavla ilgili bu kaygıyı yaşamaktansa sınava girmeme, kendini uzaklaştırma yoluna ya da daha ağır psikiyatrik bozukluklara girmesine zemin hazırlamaktadır.

Öfke Yönetimi

Öfke; sevgi, hoşlanma, korku gibi temel duygularımızdan biridir. “Bireyin bir engellenme durumuyla karşı karşıya kalması, herhangi bir saldırıya maruz kalması, incinmesi, yoksun bırakılması ya da tehdit algılaması” gibi durumlarda hissettiği bir duygudur. Bireye ya da nesneye yönelik olarak ortaya konulan tepkilerle kendini gösterir. Bu tepkilerin ortaya konuluş biçimi genellikle olumsuz olduğu için de öfke duygusu olumsuz bir duygu olarak, hatta çok tehlikeli olabilecek bir duygusal durum olarak tanımlanır.

Öfke çok sık (hemen hemen her gün), çok şiddetli olarak hissediliyorsa, sonucunda uygunsuz davranışlar ortaya çıkıyorsa, okul-iş yaşamı, kişisel ilişkilerde sorunlara yol açıyorsa öfke problem oluşturuyor demektir.  Öfkeyle başa çıkmak, öfkenin bastırılması ve saklanmasını değil, tanınmasını gerektirmektedir. Bireyler öfkelerini tanıdıklarında, öfkenin zararlarından kurtulabilir ve onu kendileri için yapıcı bir şekilde ifade edebilirler.

Öfkeyle sağlıklı bir biçimde başa çıkabilmek için kullanılabilecek yollar arasında; gevşeme, diyafram nefesi, stresle baş etme becerilerinin öğrenilmesi, düşüncelerin değiştirilmesi, problem çözme, iletişim becerilerinin geliştirilmesi, mizahın kullanılması, çevrenin değiştirilmesi  sayılabilir.

İş Performansını Arttırma

Çalışma ortamında yıldırma politikası uygulayan bir amirinizin olması, özel hayatınızdaki karışıklıklar, tükenmişlik duygusu, artan rekabet ortamı ya da uzun süredir aynı iş yerinde çalışıyor olmaktan dolayı duyulan motivasyon eksikliği iş performansınızı olumsuz yönde etkileyebilir.

Bazen “bu benim yapım” dediğiniz kişilik özelliklerinizi daha iyi tanımanız ve bu yapıları esnetebilmeniz, iş yerinde kurduğunuz iletişimi, kendinizi ortaya koyma biçiminizi ya da sorun yaşadığınız iş arkadaşlarınıza yönelik yaklaşımınızı olumlu yönde değiştirebilir. Bu nedenle iş ortamında yaşadığınız  memnuniyetsizlik bir profesyonelle birlikte ele alındığında kendinizi geliştirme adına yeni kapıların açılmasını sağlayabilir.

Sohbeti Aç
Yardım istiyorsan ulaşabilirsin ?
Yaşam Koçun
Merhaba
BAŞARI VE GELİŞİM ALANLARI ile ilgili bilgi almak istermisiniz?