KAYIP VE YAS SÜRECİ ACIDIR

KAYIP VE YAS ANCAK DAYANIŞMA İLE ATLATILABİLİR

Birinin ölümü birinin kaybı sadece o insanı kaybetmek değil, kendi hayatımızda onunla ortak anıları, ortak duyguları kendi içimizde onun varlığıyla yada onun bize fark ettirdikleriyle beraber doldurduğumuz boşlukları da kaybetmektir.. Bu kişi bazen sırtına yaslandığımız, bazen koluna tutunduğumuz, dostluğunda iyileştiğimiz ya da sevgisinde kendimizi tedavi ettiğimiz  biri de olabilir. Sözüm şu ki  İnsan kaybının her türlüsü çok acıdır lakin özellikle de genç yaşta ve ani ölümler zihnimize, bedenimize  ve de  ruhumuza vurulmuş  kısacası hem psikolojik hem de fiziken hissedilen çok büyük bir  darbe gibidir ne yazık ki.

Psikolojik Danışman olarak bana çok soruluyor geçecek mi kelimesi; bende şöyle diyorum;

“Kaybettiğimiz, yasını tuttuğumuz insanlar ile yaşanmış çok anılarımız var, hatta yaşanması mümkünken kaybından dolayı yaşayamayacaklarımız var. Nasıl yok sayabiliriz yaşanmış anıları, duyguları ve nasıl kabul edebiliriz yaşanacakken her şey çok güzel ve yolunda iken bir daha asla yaşanmayacak olmasını. ÇOK ZOR BİLİYORUM ÇOK ZOR. Ne yazık ki hayatın içerisinde her şey var, çok büyük acılar var, yaraların sızlaması var ama çok şükür ki  hayatın içerisinde birde acıyı dönüştürebilmek gibi o yasta, kayıpta yaşadığımız,  fark ettiğimiz, en dibi gördüğümüz zamanlarda bir ölümle beraber yeni doğumlarda var.

 “ASLINDA YAS VE KAYIP, KİŞİYİ UYANDIRMAYA YARDIM EDER  VE KENDİ VAR OLUŞUNUN FARKINA VARMASINI SAĞLAR” der   Irvin Yalom

Yas; sadece ölümle de ilgili değildir, her kaybın yası tutulabilir ( sevgiliden ya da eşten ayrılık, iflas, biten dostluklar, hayal kırıklılıkları gibi, yaşanması mümkünken yaşayamadıklarımız gibi )

Unutmamamız gerekir ki bir kaybı yanıtsız bırakırsak o kaybı hayatın içerisinde çok daha ağır yaşarız. Ertelenmiş yas, bitirilmemiş yas ya da red edilmiş yas ileri de bizim için çok daha sıkıntılı süreçler doğuracaktır.

Mutlaka her kayıp bir yas getirir ama iç içe geçtiğimiz dost, sevgili, eş, kardeş anne baba ya da bizim için anlamı çok büyük olan birini kaybettiğimizde iç içe geçmelerimizi de kaybediyoruz. Kendimize ait daha büyük parçalarımızı kaybederiz, başka şekilde boşlukları doldurmak zaman alır, o yüzden orada kendi ölümümüzden bahsedebiliriz.

Kimi kaybettiğimiz, onunla beraber neleri kaybettiğimiz, bizim bu hayattaki boşluğumuzu tanımlar.

Hepimizin kendi içinde, kendini gerçekleştirme yolunda hayatın içerisinde belli başlı boşlukları var, bazılarımız onun yerini fark ediyoruz, anlamını fark ediyoruz ve uygun şekilde dolduruyoruz, bazılarımızsa oyalanıyoruz ya da o boşluğa uymayan parçalarla bize yüklenen anlamlarla, sıfatlarla, etiketlerle ya da kültürel olarak dayatılmış şeylerle kısacası boşluklarımızı yanlış parçalarla doldurmaya çalışıyoruz.

Giden kişinin bizden neleri alıp götürdüğünü ya da o olmadan neleri yaşayamayacağımızı fark ettiğimizde boşluğumuzu tanımlayabiliyoruz. İşte bu bizim için acı olduğu kadar öğretici bir şeyde olabiliyor aynı zamanda.

Yasa verilen tepki o kişinin ya da o durumun kaybına verilen tepki değildir sadece… Bizi ilk travmalarımıza götürür, çocuklukta erken dönemlerde ya da büyüme hikayemizde ya da belki bizden önceki kuşakların bize aktardıklarıyla kendi kayıplarımızda desteksiz kaldığımız yerlerden de tekrar acıyı yaşarız.

Bu şu demek erken dönemde desteğe, şefkate bakıma  ihtiyaç duyduğumuz zamanlarda bunlar nasıl karşılanmadıysa yada hangi eksikliklerle karşılandıysa yasta ve kayıpta yaşadığımız duygular bunları bize tekrar hatırlatır. Biz bunları çok net hatırlamayız ama duygu hafızası orada duruyor ve yeniden aynı duygu ile karşılaştırır. O yüzdendir ki yasın sağlıklı evrelerinin, geçişlerinin yanında bazılarımız birini kaybettiğimiz zaman daha uzun süreli öfkeler yaşarız, bazılarımız desteksizliğin getirdiği utancı yaşarız, bazılarımıza kendi hayatımızı kaybedeceğimiz ya da tekrar kayıplar yaşayacağımıza dair korkular yaşarız, hepimizde başka başkadır çünkü erken dönem kayıtlarımızda aslında nasıl desteklenmedikse oralara tekrar geri dönme potansiyelimiz çok yüksek oluyor ne yazık ki…

İnsan hayatı boyunca dönüşüme açıktır, hayat telafidir. Ama erken dönemdeki zor yaşantıları ile yüzleşmemiş olanlar, o anıları değiştirmemiş dönüştürmemiş olanlar,  yetişkin hayatta yaşadıkları kayıpta da yasta da ya da başka zor deneyimlerde de dönüp dolaşıp nereden kırıldılarsa aynı duygu ile kırılmaya devam etme eğilimindedir. Bu, önceki hayattan ne getirdiğimizle hem de o ilişkide kaybettiğimiz kişi ile neyi ne kadar tamamlayamadığımızla da ilgilidir. özellikle de belli şeyleri paylaşamadığımız yada hayal kırıklıklarımızın çok olduğu, öfkemizi ifade edemediğimiz birini kaybetmek o daha fazla tamamlanmamış bir ilişkidir. .

YAS ACI DOLUDUR VE SAĞLIKLIDIR

Yas sürecinde yapılan törenler ya da anma ritüelleri hem dayanışmaya hem de insanın içinde bir şeylere katkı sağlar. Yas yeniden ayağa kalkmaya hazırlanmayı getirir. Yeniden ayağa kalktığımız da daha sağlıklı kalkışlar  yaptığımızı biliyoruz. Bir süre sonra yası içselleştiririz, kaybettiğimiz kişiyi içselleştiririz. İnsanı insan yapan şeylerden biri de yara izleridir onlardan geçtiğini, dönüştüğünü psikolojik büyüdüğünü fark eder insan.

YASIN EVRELERİ                                                                                                                                   

Yasın ilk evresi şok ve  inkardır, ikinci evresi  öfke, üçüncü evresi depresyon son evresi de kabullenmedir. Araştırmalar bu evrelerin 6 ay ile  24 ay arası sürdüğünü söylüyor.  Kaybın gerçeğini bilen fark eden, kabul eden ve hayata dönüştürebilen kişi ömür boyu sağlıksız bir yas yaşıyordur diyemeyiz, bu kaybı hayata dönüştürüyordur diyebiliriz.

YASA VERİLEN TEPKİLER                                                                                                                                                 

Bedensel, duygusal, ruhsal, bilişsel ve davranışsal tepkilerdir bunlar. Herkesin bedeni farklı tepki verir yas sürecinde. Duygusal açıdan bakıldığında yoğun üzüntü belli bir sürecin içinde sağlıklıdır. Öfkenin olduğu dönemde sağlıklı, özlemde sağlıklı yer yer güvensizlikler, tedbirler, aklını yitirme korkusu çünkü çok temel bir korku yaşandığı zaman o boşlukla beraber başka bir kaygı da tetiklenebiliyor . Bir şeylerden zevk almama, hayatla ilgili ilgi, istek kayıpları bazen özellikle inkar evrelerinde hiçbir şey hissetmeme, şok evresinde yada bazen depresyon evresinde de aslında duygunun tanımlanamadığı yerler, yoğun bir üzüntü bedeni kilitlese de , geleceğe dair umutsuzluk, yalnızlık, çaresizlik olabiliyor.

Ruhsal tepkilerde ölen kişinin halen var olduğunu hissetme, sesini duyma, hayalini görme, hayat ve ölüm kavramlarını sorgulama olabiliyor.

Bilişsel tepkiler ölen kişiyi düşünme, düşünmeye engel olamama, kendini suçlama, kendine kızma , ölüm anını tekrar tekrar ve bitirmeyerek yaşama , hatta çok canlı bir biçimde yaşama , bellek sorunları, dikkati toplamakta zorlanma gelebiliyor.

Davranışsal tepkilerde kendini bırakma ve durma, bedensel tepkilerde de aslında hayatın onu bıraktığı gibi kalakalmak gibi bazen de amaçsız bir hareketlilik saptırma, özellikle ölümle ilgili odağı kaybetme isteği kişi bunu bazen bilinçli olarak bazense farkında olmadan yapar, bazen insanlardan uzaklaşma, görüşmekten kaçınma  kaybedilen kişinin eşyalarına fazlaca yönelme, bazen de özellikle red etme, kalan bir parçayı bile bazen sabahlara kadar mezarlıkta sabahlama, bazen de oraya hiç gitmeme gibi…

Aslında kişinin daha önceki duygusal kayıplarında bu kaybı nasıl yaşadığı ve nasıl desteklendiği bu yası nasıl yaşayacağı ile ilgili de bilgiler verebiliyor.

YASIN DUYGUSAL ŞİDDETİ                                                                                                                                                         

Bu tabi ki ölen kişinin hayatımızdaki yeri, ölüm şekli geride kalanın kişilik özellikleri ve ölene olan bağlılığı ile çok ama çok ilişkilidir. Duygusal şiddet kişiden kişiye değişebiliyor bazen insan aşırı sessizliğe bürünebiliyor .

Kişilik özellikleri olarak kendini güvende hissetmeyen biri, birini kaybetmeden önce bu kaybetmeyi defalarca içinde yaşamıştır, kendini desteklemeyi aslında bilmeyen biri, erken dönemlerde desteklenmemiş biri yasın duygusal şiddetini daha ağır yaşıyor ama bu insanlarında yas süreci bittiğinde psikolojik olarak da daha hızlı büyümelerden geçtiğini biliyoruz.

YAŞANMAYAN YAS                                                                                                                                                                      

Yas yaşayan bir insana belki de hiç söylenmemesi gereken bir cümle ‘GÜÇLÜ OLMALISIN’ lütfen bu cümleyi acısı büyük olan, yas yaşayan bir insana söylememeye çok gayret edin. O zaten elinden geleni yapmaya, bu acıya dayanmaya çalışıyor ona söylediğiniz bu söz sadece beni hiç anlamıyorlar duygusunu hissettirmekten başka hiçbir şeye yaramıyor.

Kayıp döneminde özellikle güçlü olmalısın mesajı kişiye o yası yaşatmayabiliyor da, bize terapiye gelen kişinin ilişkideki tutumuna baktığımızda bazen kaybedilen bir kişiye karşı yaşanmamış bir yasla da karşılaşabiliyoruz.

Hayatın içerisinde güçlüde olacağız, güçsüzde ama dağ değiliz, taş değiliz, heykel değiliz , nesne de değiliz, insanız tabi ki güçsüz düştüğümüz anlarda olacak .                                                                                    

Bununla birlikte yasın evrelerinden bir tanesinde takılı kalmak yas sürecini tamamlatmayabiliyor, iyi bir destek alamadığımız için belki de ölümle yüzleşemediğimiz için belki inkar evresinde kalıyoruz ya da depresyon evresinde kalıyoruz bu kendi hayatımıza yaptığı sağlıksız katkı dışında yasın da tamamlanmasını engelliyor.

Duyarsızlaştırma ve saptırma, acımız var ama biz gece gündüz mesaimizle uğraşıyoruz, fıkralar anlatıp kahkahalar atıyoruz, mutlaka duyarsızlaştırma ve saptırmalarda olabiliyor ama bunu sürekli yapıyorsak yas yaşanmıyor.

Sessizlik anlaşmaları; çocuklar ev içerisinde inanılmaz gözlemcidir ve evdeki o sessizliği gören çocuk veya yetişkin aslında susarak duygularını da susturmuş oluyor ve yasın yaşanmasını engelliyor.

Her türlü duygunun , korkununda, utancında,  öfkeninde, acının da  panzehiri paylaşmaktır. Suçluluk; kaybettiğimiz kişiye dair öyle yapsaydım veya böyle yapsaydım vs gibi suçluluk beslenir. oysa böyle değil, hayatın döngüsü de böyle değil, bir kayıptan dolayı kendine suçluluk yükleyen insanların aslında kaybedilen kişiden bağımsız olarak kendi geçmişlerinde suçlulukla ilgili tamamlanmamış işleri var, zaten insan her koşulda elinden geleni yapar, o dönemki sosyal çevresiyle o dönemki biliş duygu beden kapasitesiyle elinden gelen ne ise onu yapar, o yüzden de 2 yıl önce şöyle yapsaydım altı ay önce bu olsaydı gibi suçlamalar yaşam için gerçekçi değil, birinin kaybına yönelik bu suçluluk duygusu yası yaşanamaz kılıyor.

Yastan sonra bir öfke evresi var ama eğer kaybettiğimiz kişiye öfkemiz yoğunsa ve o öfkeyi her hangi bir koşulda ya da evrede söyleme şansımız olmadıysa yastaki öfke evresinden diğer evrelere geçmeyi engellediği için yasın yaşanmasına engelleyen durumlardan bir tanesi.

Aslolan hayatın içerisinde duygularımızla barışmaktır. Bazen bir psikoterapi seansında bazen o kişiyi birlikte andığımız insanlarla acımızı üzüntümüzü paylaştığımız gibi öfkemizi de paylaşmak aslında yası tamamlamamıza da olanak sağlıyor.

PATOLOJİK YAS                                                                                                                                                                         

 Normal yas sürecinin uzadığı ve kişi de 6-12 aylık zaman içinde herhangi bir düzelme, hayata yön verme isteği görülmediği durumlarda patolojik yas ile karşı karşıya kalınır. Kayıpla yüzleşmenin gecikmesi, inkar edilmesi, hissedilen yoğun üzüntü duygularının bastırılması sonucu ortaya çıkmaktadır. Yas tepkisinde gecikme, düşmanca belirtiler, sosyal ilişkilerde bozulmalar, kendine zarar verici davranışlar, ağır depresyon, bitmeyen değersizlik hissi ve yoğun anksiyete ortaya çıkabilir.

YAS İLE NE YAPACAĞIZ

Yasımızı bir yandan yaşarken bir yandan da onu dökmeye çalışacağız. Duyguların yaşanmasına izin vereceğiz. Bir araya geleceğiz , onunla olan anılarımızı  konuşacağız. Bazen sessiz kalacağız bazende sesimizi çıkaracağız. Bilinçli kalmaya gayret edeceğiz. Büyük değişimlerden kaçınacağız ( birlikte yaşanılan evi terk etmek gibi) tek başına atlatmakta güçlük yaşadığımıza inanıyorsak mutlaka terapi alacağız. Ölen kişiyi anmak için ritüeller yapacağız, dualar edeceğiz, onun adına iyilikler ve güzellikle yapacağız. Kayıp sonrası yas tutmak sağlıklıdır bunu asla unutmamalıyız.

Bir kayıptan sonra tutulmamış bir yas ve tutulmamış yasın hayatımızın sonraki zamanlarındaki getirileri, yaşanmamış öfke, engellenmiş üzüntü, bastırılmış yas gibi getiriler bizi hayat içerisinde daha sağlıksız kılar , sağlıksız yaşatır bazen çok sevdiğimiz birinin kaybına üzülemediğimiz için hayatın bir döneminde gecelerce kafamızı yastığa koyup neye üzüldüğümüzü fark etmeden üzülürüz yada bazen gerçekten bende niye bu öfke problemi var neden kendimizde sevdiklerimiz de kırıyorum sorusunun altında sağlıklı olan ve yaşanmamış bir yas süreci olabilir. Yası yaşamak o yüzden sağlıklıdır.

UNUTMAYALIM Kİ

Yaşam sürekli, telafi, tamamlama ve dönüşüm yeridir. Bazen insan kendine uzaktan bakmalı ve ben ne yaşıyorum demeli, demeli ki kendi dönüşümünü tamamlayabilsin.

Yaşadığımız bir ilişki de bazen ayrılmayı gerektirebilir. Onunla ilişkimizde, yarım kalmış duygularımız, durumlarımız, düşüncelerimiz, söylenmemiş sözlerimiz en önemlisi de yaşanması mümkünken yaşanmamışlığımız da olabilir. Bu hayatta o kişiden neler almayı umuyorduk, hangi ihtiyaçlarımız karşılanmadı ve yarım kaldı. Asıl mesele o kişinin yokluğundan çok bize hissettireceği, bize vereceği duyguların yokluğudur ve asıl mesele günün sonunda biz bu hayatın içerisinde o ihtiyaçları nasıl karşılayacağımızdır.  Hayat telafidir, hayat tamamlanmadır, hayat değişimdir ve hayat dönüşümdür. Odaklanmamız gereken tek şey artık yanımızda olmayan o kişilerden alamadığımız  duyguları başka hangi kaynaklardan nasıl alabileceğimizdir…

Sözün özü her kayıp acıdır ve o kaybın bizdeki değerine göre bu yas süreci değişir ancak bizim hayatı okuyuşumuz, bakış acımız, değişimimiz, dönüşümümüz, tamamlanmamız ve de esnekliğimize göre de bu süreç büyük farklılık arz eder. Zira İnsan çok esnek ve de çok güçlü bir varlıktır. Yeter ki kendindeki özünü ( ruhunu ) keşfetmiş olsun.

Nuran ÖZSÖZ

Psikolojik Danışman & Koç & Eğitmen