Uzun süredir 1,5 ay oldu blog sayfama yazı giremedim. Beni takip edenler biliyorlar bu süreçte AVRUPA KARİYER markası ile yeni ofisimi Bursa Nilüfer FSM Bulvarı Dünya İş Merkezinde hizmete açtım. Bundan böyle koçluk ve tüm eğitim çalışmalarımı buradan sürdüreceğim. Haliyle sizleri özledim ve böylesine dikkat çekecek bir başlık ve de çok önemli bir konu ile bloğumda sizlerle yeniden buluşmak istedim.
Konumuza dönecek olursak, Türkiye İstatistik Kurumu 2018 verilerine göre Nüfusumuz 82 milyon 3 bin 882. Bu sayıya Suriye’den gelen mültecilerin dahil olduğunu düşünmüyorum. Kısacası son rakamlar 90 milyonu bulmuş ya da aşmış olmalı.
2009 ve 2013 yılları arasında antidepresan tüketim miktarı 2 kat artarak 37 milyon 867 bin 254’e ulaşmış. 2016’nın ilk 9 ayında ise 33 milyon 638 bin 916 kutu antidepresan tüketilmiş. Bundan sonraki verilere ben ulaşamadım Son 5 yıl içerisinde de yüzde 27 lik bir artış olduğu söyleniyor.
145 ülkede 154 bin kişi baz alınarak hazırlanan 2018 Gallup Küresel Duygu Raporuna göre, 2017 yılı insanlar için en kötü sene olarak kayıtlara geçmiş ve İnsanların duyguları üzerine yapılan bu uluslararası araştırmaya göre, Türkiye, 145 ülke içerisinden 53 puanla MUTSUZLUKTA sondan dördüncü sırada yer almış. Türkiye’nin de gerisinde yer alarak son 3’e yerleşen ülkeler ise Tunus, Yemen ve Afganistan.
Sözün özü, TÜRKİYE EN MUTSUZ 4. ÜLKE; kısacası Türk insanı çok MUTSUZ, durum çok ciddi, anti depresan kullanımı da her yıl katlanarak artıyor.
Peki Neden Türk Halkı bu kadar Mutsuz, neden 5 kişiden biri öfkeli, biri aşırı kaygı ve endişe yaşıyor, biri üzüntü içerisinde bir diğeri fiziksel acı çekiyor ve sadece bir kişisi mutlu? NEDEN?
Bunun en büyük sebebinin giderek artan ekonomik koşullar olduğu biliniyor. Enflasyon artışı, hayat pahalılığı, ekonomik kriz, insanların işten çıkarılması, işsiz kalmaları, gelecek kaygı ve korkuları, trafik yoğunluğu , eğitim ve sağlık sektörünün özelleştirilmesi ve herkesin eşit koşullarda sağlık ve eğitim hizmetlerinden yararlanamaması, eğitim sisteminin getirdiği sınav stres ve kaygısı, bireysel yaşanan acılar, üzüntüler, akla ve hayale sığmayacak sapkınlıklar, ahlaksal çöküş, ne yazık ki insanları depresyonun pençesine itiyor. Bundan nasıl sıyrılacağını bilemeyen insanlarda en kolay çareyi anti depresan ilaç kullanımında buluyor.
Şu bir gerçek ki; ekonomik kriz, kamu sağlığını, dolayısıyla insanların ruh, bedensel ve zihinsel sağlığını tehdit ediyor.
Toplumun ruhsal sağlığının ekonomik refah ile doğrudan ilişkili olduğu, bir toplumda geçim koşulları ne kadar zorlaşırsa huzursuzluğun, endişenin, kaygıya bağlı olarak ruhsal sağlığın bozulmaya başladığı ve giderek tüm kamu sağlığını tehdit etmeye başladığı unutulmamalıdır.
Bu kötü gidişe elbette birileri dur demeli, hatta ve hatta herkes, hepimiz kendi üzerimize düşeni yapmalıyız. Sadece ülkemizi değil, Dünya’ yı daha zor günlerin beklediği apaçık bir gerçek. 20.yüzyılın başında 1 milyar olan dünya nüfusu 21.yüzyılın başında (2017 verilerine göre ) 7.5 milyar olmuş durumda. İnanılmaz bir artış var. Düşünün dünya nüfusu 100 yılda 7- 8 kat artmış. Ve bizler sanayi cağının başlaması ile sadece dünya gezegenimizi kirletmekle kalmamış şu anda uzayı bile kirletmişiz. Tabi bugünkü yazımın konusu dünya ve evrenimizi tehdit eden tehlikeler değil, bu başlı başına apayrı ve de çok ciddi bir konu.
Asıl buradaki en önemli soru şu; – Neden her şeyde olduğu gibi işin kolayına kaçıyoruz. Neden kendi sorunlarımızla, sıkıntılarımızla doğal olarak başa çıkma yöntemleri aramak yerine hemen bir anti depresana sığınıyoruz.
Üstelikte uzunca bir süredir anti depresanların intihar riskini artırdığı ya da çok da masum olmayan bedensel birtakım yan etkileri olduğuna dair elde edilen bulgular teorikte olsa ortaya konulmuşken. Bilmeliyiz ki anti depresanlar masum ilaçlar değil. Yan etkileri de sayılamayacak kadar fazla. İlaçlarla birlikte terapi, koçluk ya da bireysel danışmanlık alınmazsa ilaçlar belli bir süre sonra hastayı daha da hasta hale getirmekte ve ilk başlardaki rahatlatma etkisinden ziyade zarar verme, kilo aldırma, şapşal şapşal ortalıkta hayal dünyasında yaşama ve hayattan kopma ve bağımlılık gibi dezavantajları doğurmaktadır. Hatta araştırmalar intiharları da önlemediğini ortaya koymaktadır.
Unutmamamız gereken, insan bir makine değil, makinanın aksanları nasıl arıza yapıyor ve bu arızalar dışarıdan takviyelerle geçiriliyorsa, insan da bu durum aynı olmamalı. İnsan kendi psikolojisinin sorumluluğunu kendi üstlenmeli. En ufak bir sıkıntıda, buğranda, kaygı ve depresif bir durumda doktora koşmamalı. Bu mantaliteden kurtulmak çok önemli. Nedeni ise; insanın yapı olarak rahata ve hızlı çözümlere meyilli olması. Uyuşukluğa ve kolay şeylere meylimizin olması ve arkadaş ya da çevremizde örnek aldığımız insanların bunu yapması da bizi daha çok motive ediyor ve kendimizi bu ilaçları kullanmakta rahat hissediyoruz.
Peki ne yapmalıyız; Hepimizin hayatında kaygı durumunun biraz uzadığı, mutsuzluğun yoğunlaştığı, endişelerin çoğaldığı, isteksizliğin fazlalaştığı, heves kaybının had safhaya vardığı dönemler vardır. Her zaman da olacaktır. Gerçek bir klinik depresyondan yani tedavi edilmesi gereken bir durumdan söz edebilmek için bu basit kaygı durumlarından daha başka işaretlere de ihtiyaç vardır. Herkes kaygı duyar. Örneğin ” çocuğum yurtdışına gidiyor acaba uçak düşer mi?” endişesi çoğu annede vardır. Ancak bu tedavilik bir durum değildir. Ne zaman ki anne çocuğunu yurtdışına gönderme konusunda korkularına yenilir ve göndermez ya da eve hırsız girecek diye evden çıkmama durumları oluşmaya başlar ya da ellerini temizlik için günde 100 kere yıkamaktan alıkoyamayan biri olur; o zaman bir tedaviye ihtiyaç duyulabilir.
Bu tür sorunların yaşamımızı çok negatif etkilemeden kişisel gelişimimize yatırım yapmalıyız. Bilinçli olarak farkındalığımızı arttırıcı eğitimler almalıyız. Zihnimizi, çalışma biçimini, düşünce, duygu, davranışlarımızın oluşumu ve bunlar üzerinde bilinçli olarak bilinçdışı yeterlilik kazanmalıyız. Bu anlamda NLP eğitimi kesinlikle almamız gereken eğitimlerin en önemlilerinden biridir. Bilinçaltımızdaki kaynakları yaşamımızı olumlu yönde değiştirmek adına aktive edebilmek için hipnotik yaklaşımlara ilgi duymalıyız. Olumlu düşünmek ve düşünmenin olumlu etkisini arttırmak için de spritüal gelişim için enerji ve nefes ile ilgilenmeliyiz.
Nasıl ki fiziksel yaşamınızın sorumluluğunu alıyor ve sabah akşam yemek yiyorsunuz, hava soğuksa mont giyiyorsunuz ve kendinizi besliyor ve koruyorsunuz. Zihninizi de okuyarak, öğrenerek, olumlu düşünerek ve mutlu olarak besleyin ve koruyun. Tabi ki fiziksel rahatsızlıklar yaşadığınız gibi zihinsel rahatsızlıklarda yaşayabilirsiniz. Ancak neyin neden olduğunu bilirseniz kendinize zarar vermeden üstesinden gelebilecek çözümleri bulabilirsiniz.
Nuran ÖZSÖZ