Günlük hayatta sıkça duyduğumuz kelimelerden biridir “travma” – “bu benim travmam” –“ bu sende travma olmuş” vb cümleler. Aslında burada söz ettiğimiz ruhsal, psikolojik travmalarımızdır. Travmasız insan var mıdır? Bence yoktur. Peki bizler bu travmalarımızla nasıl başa çıkabiliriz?
Travmayı, bir hırsız metaforuna benzetecek olursak, farz edelim ki evinize bir hırsız girdi ve her şeyinizi çaldı. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. İşte travmalar da böyledir, mutlaka bazı taşlar yerinden oynar. Yaşanılan travmalardan sonra insanlar ikiye ayrılırlar, kimileri nefretle ve öfkeyle, hırsıza ve hırsızlığa takılırlar, kimileri de yaşamlarına kendilerini onarmak üzere devam ederler. Bu şu demek; bir travmadan sonra nefrete takılıyorsak yani hırsızla uğraşıyorsak, kendimizi onarmamız mümkün olmaz. Çünkü nefretin, öfkenin ve sürekli geçmişin olduğu yerde onarım olmaz, nefret kin bizim hırsızla yani travmayla olan göbek bağımızdır, travmanın suyudur, soygun olmuştur ama ruhumuzun soygunu hala devam ediyordur.
Ancak ve ancak biz nefretin ve kinin kışkırtıcı ve hatırlatıcı etkisinden sıyrılabilirsek o zaman yeni bir hayat kurgulamaya başlayabiliriz. Belki aklımıza hiç gelmemiş olan dualar gelir, hiç kurmadığımız hayalleri kurmaya başlarız, çalmadığımız kapıları çalmak aklımıza gelir ve ancak o zaman travmanın harabesinden ve şerri hayra çeviren bir tılsım çıkartabiliriz. O zaman içinde ki yeni bir senle karşılaşabilirsin, onardıkça kendimizi tamir ettikçe, düzeldikçe hırsızın çalışları azalır içimizde ve soygun rızka dönüştüğünde tüm çaldıkları, kazandıklarımız yanında küçük kalır.
Şimdi her ne çalındıysa hayatımızda, ne soyulduysa kısaca her ne travma yaşamış olursak olalım işimiz ne soyguncu nede soyulanlar ile olmalı çünkü asıl travma dışarıda olanın içeride devam etmesidir.
GEÇMİŞİ DEĞİŞTİREMEZSİNİZ
Geçmişi değiştiremezsiniz ama geçmişteki anılarınızı değiştirebilirsiniz. Nasıl mı? Bellek dediğimiz şey (anılar) aslında donuk video kayıtları gibi değildir, geçmişi her hatırlamaya çalıştığımızda onları yeniden inşa ediyorsunuz, şeklini değiştiriyorsunuz, formunu yeniden yapılandırıyorsunuz dolayısıyla geçmişi geleceğe taşımak biraz da bugün anılarınızı nasıl inşa ettiğinizle çok alakalı.
GEÇMİŞİ GELECEĞE DAHA ZENGİNLEŞTİRİ BİR ŞEKİLDE TAŞIYABİLMEMİZ İÇİN 3 ÖNERİ
1.Zihninizin tutarlılığına çomak sokun. Birileri bize bir şeyleri öğretiyor biz bunları kabul ediyor ve bunlarla yaşıyoruz, -“sen yapamazsın, sen terkedilirsin, sen sevmezsin, sen başarılı olmazsın vs”.
Ör. Apartmanınızda bir hırsız var desem, hırsızla ilgili eşkal versem bundan sonra o eşkali ararsınız, sorun zihnin eşkale göre çalışması değil, bu eşkalden hiçbir zaman şüphe etmeyişimiz aslında. İşte bizim hayatımızda da bizim nasıl biri olduğumuza dair verilmiş yüzlerce eşkal var ve bu eşkalleri hiç birimiz sorgulamıyoruz, bunlar aleyhimize de olsa doğrularcasına hareket ediyoruz ama ya eşkal yanlışsa yani ya hırsız kıyafetini değiştirdiyse ya ben size bu eşkali yanlış verdiysem.
Dolayısı ile geçmişini geleceğine daha zengin bir şekilde taşıyanlar eşkâllerken şüphe edenler olacak, soru sorabilen, merak eden, kendilerine öğretilenleri yıkıp yeniden yazma cesareti olabilenler olacak.
Eğer kendi iç dünyamızdaki tutarlılık ve çatışmasızlığın bir tık ötesine geçebilirsek, birazcık araflarda kalma cesaretini gösterebilirsek o zaman bizde onlardan biri olabiliriz yıkmak ve yeniden yapabilmek sınırlarımızı güncelleyebilmek için zihnimizin tutarlılığına çomak sokmak gerekiyor.
2.Linç etmeyip süblime etmek. Bizi insan yapan şey süblime etmek “dönüştürmek” hepimiz travmalardan sonra, çökmeler, çok yoğun duygular hissediyoruz, nefret hissediyoruz, öfke hissediyoruz ama nefretin olduğu hiçbir ortamda onarım olmaz. Eğer nefret varsa bu bir insanın kendine psikolojik linçidir. Bu sadece kendi bahçemize zulmedişimizdir. İnsan kötüsünü, katısını, karasını, nefretini, öfkesini dönüştürdükçe insan olabilir linç edenlere avcı, dönüştürenlere sanatçı diyebiliriz aslında.
Hepimizin ruhsal eko sisteminde hasetlik var, kötülük var, agresiflik var, nefret var dolayısıyla bunları yok etmekle değil bunları dönüştürmekle insan olabileceğiz sadece, nefretin harlı ateşinden şefkatin kısık ateşine, yanmaktan pişmeye evrilmezsek hiçbir acımızı kendimizi onaracak şekilde dönüştüremeyiz.
3.Gerektiğinde kötü olabilme cesareti göstermek. Biz bir şekilde erdemli gözükmeye çalışıyoruz. Mesela; samimi gözükmek adına poz veren insanlar görebilirsiniz, barış adı altında savaş çıkaranları, din adı altında dinsizlik yapanları, bir sürü dalavere yapıp dürüst gözükmeye çalışanları, erdemli gözükmeye çalışıp erdemsizlik yapanlarla karşılaşabilirsiniz. Bu anlamda bizim aşılanabilmemiz lazım kötü olmaya, biz ne yaparsak yapalım birileri bize iyi diyecek, birileri de kötü diyecek ve el alem ne der ve ben kötü gözükmeyeyim girdabından çıkamazsak eğer etiketlerin kurbanı olacak demektir. Eğer aşılanabilirsek kötü olmaya belki o tırnak içindeki “kötülük” le gerçekten ahlaklı olabileceğiz. Çünkü akıllının işi bazen bazı ortamların delisi olabilmektir, hakperestin işi bazen inkarcısı olmaktır batılın, bazen sapkını olmaktır yanlış yolun, bazen inananı olmaktır hurafelerin o yüzden bazen bir yerlerin “hin” i olmak zorundayız belki de kötüsü olmak zorundayız.
Sonuç olarak geçmiş hikayelerimizi geleceğe zenginlik olarak dönüştürmek istiyorsak eğer avcı değil sanatçı olmak zorundayız. Çok meraklı ve biraz şüpheci olmak zorundayız, nefretten biraz şefkate uzanabilmek zorundayız. Çünkü dönüştüren insanlar acılarını kabul edip eritirler kendi içlerinde, çiğneyerek yutarlar, misafir ederek yolcu ederler. Dönüştürenlerden olmamız için başımıza ne gelecekse gelecek kaçınılmaz acılar var. Ne yaşayacak ise yaşayacağız, onlar başımıza geldiğinde o kavşakta seçim yapmamız gereken bir şey var. Şu soruya çok iyi yanıt vermemiz gerekiyor.
Ey insan başına ne olursa olsun gelecek bundan kaçış yok. Sen bu acılarda yanacak mısın? Yoksa kederinle pişecek misin? Kederinizle pişenlerden, acıyı dönüştürenlerden olmanızı diliyorum.
Nuran Özsöz
Psikolojik Danışman & Koç & Eğitmen