İnsan ne yazık ki bir dakika sonrasında başına ne geleceğini bilmeden yaşayan, – kendine göre çok güçlü ancak yaradan açısından bakınca da çok aciz bir varlık. Ortalama 70-80 yıllık ömürde başımıza gelmesi muhtemel dahilinde bile olmayan, bu da mı olur, yok canım bu kadarı da mümkün değil dediğimiz, sayısız zorluklarla sınanırız. Tam nefes alıp çok şükür, ohh dediğimiz bir anda başka bir yönden adeta bir tokat gibi gelen hiç beklemediğimiz bir sınavla bir bakmışız yerle yeksan olmuşuz. Bu böyle sürer gider ve gün gelir ömür biter.
İşte tam da şu günlerde hem bireysel hem de toplumsal olarak çok zorlu süreçlerden geçiyoruz. Üç, dört ay öncesi hayatımızda hiç olmayan, bir anda hayatımıza giren ve tüm dünyayı saran, insanlığı tehdit eden, evet hepinizin bildiği covid-19, namı değer corona dan bahsediyorum. İnsanlığın verdiği en zor sınavlardan birisi. Bir adı da pandemi yani salgın. Bildiğimiz bir gerçek var –“insan sosyal bir varlık” daha düne kadar teknolojinin getirdiği, bizlere özellikle de gençlere, çocuklara verdiği zararlardan bahsediyorduk, hatta bunun önüne nasıl geçebileceğimizden. Ancak bir baktık ki sanki biri bize inat her nasıl olduysa bu zararı 100’e, 1000’e belki de çok daha fazlaya katladı. Adeta teknoloji ve dijitali vazgeçilmezimiz haline getirdi. Sosyalleşmeyi de sıfır’ a indirdi. Özümüz olan doğadan bizi kopardı. Bir anda okullar kapandı, işyerleri kapandı dolayısıyla da insanlar evlerine kapanmak zorunda kaldı. Kısaca insanlığı ölümle tehdit eden bu zorlu sınava her anlamda çok hazırlıksız yakalandık.
Benim bu süreçte en çok ilgimi çeken şu oldu. İki uç kesim oluştu. Biri bu virüsten daha doğrusu ölmekten çok korkan, akla hayale gelmedik önlemleri alan bir kesim, birde asla buna inanmayan bunun bir proje olduğunu düşünen hiçbir şey olmayacağını düşünüp, korkmayan bir kesim. Siz hangi kesimdeydiniz diye bana soracak olursanız, açıkça ben tam arada olandım, ne korktum delice önlemler aldım (mesela marketten alınan hiçbir poşeti silmedim, ürünleri bekletmedim, sevdiklerimden uzak durmadım, zorunlu oldukça çıktım, maskeyi zorunlu yerlerde taktım, mesafeyi gözettim (oda tanımadıklarımla) hepsi bu.
Korku ve paniğe kapılmadan kendi adıma bu 3 ayı çok iyi değerlendirdim. Bir koç ve terapist olarak kendime yatırım yaptım, her zamankinden daha çok okudum, daha çok öğrendim, almak istediğim çok fazla uygulamalı eğitimler vardı, onları aldım. Sürekli odağım ve ilgim yeni öğrendiklerimde idi. Televizyon neredeyse hiç izlemedim. Birde Ramazan ayına denk gelmesi, bir yanda oruç, bir yanda dua namaz, tefekkür, birde Ramazan’ın son 10 günü İtikafa girmem açıkçası bana ilaç geldi diyebilirim. Ben farkındalıklı olanlardan idim. İlk günlerden itibaren yazdığım her yazıda da bunun altını özellikle çizdim. –“Bu süreç bitecek ve bittiğinde çok daha sağlam zihinlere, kalplere ve bedenlere ihtiyacımız olacak, o yüzden bu süreçten güçlenerek çıkmaya bakın” şeklinde, deyim yerindeyse bas bas bağırdım.
Şimdi 1 Haziran itibariyle yeni bir dönem başlıyor. “Normalleşme”. Bir adı da yeni normale alışma dönemi. Şunu özellikle belirtmek isterim ki asıl kriz bu salgın değil, bu salgının getirdikleri kısaca bundan sonrası olacaktır. Bu süreçte odaklanmamız gereken daha doğrusu iyileştirmemiz gereken iki şey var. Bunlardan biri ve ilki ruhsal, fiziksel ve zihinsel sağlığımız bir diğeri de yaşamamız ve hayatta kalmamız için ve tabi ki olmazsa olan işimiz, işletmemiz. Salgın öncesi dünyayı tehdit eden bir ekonomik krizden zaten bahsediliyordu, ancak bu salgın tıpkı dijitalin onlarca basamağı bir anda atlaması gibi ekonomik krizi de bir anda hayatımızın tamda ortasına oturttu.
Belirsizlik ve bilinmezliğin had safhada olduğu bu süreçte, geleceğe yönelik tahminlerin bir kısmı iyimserken, bir kısmı ise oldukça düşündürücü olan normalleşme sürecinde, ben kesinlikle umutlu ve pozitif olanlardan olmanızı tavsiye ediyorum. Şoku atlattık ve yeni normale adım atıyoruz ve tek gerçek yeni normale bir an önce alışmak zorunda olduğumuzdur.
Peki bireyler ve iş sahipleri olarak bu süreçte ne yapmalıyız?
Dünya üzerinde bu salgınları, bu krizleri yaşamış ve tarihe geçmiş söz ve yazıları olan insanların ortak olarak söyledikleri şunlar –“Hızlı ol. İlk hamleyi yapan sen olmalısın, harekete geçmeden önce haklı olduğundan emin olmak istersen asla kazanamazsın. Acil durum yönetimi söz konusu olduğunda mükemmeliyetçilik iyinin düşmanıdır. Hız, mükemmelden üstündür. Ve problem bugün içinde bulunduğumuz toplumda herkesin yanlış yapmaktan korkuyor olması. Herkes hatanın sonucundan korkuyor ama en büyük hata hareketsizlik. En büyük hata, hata yapma korkusuna saptanıp kalmak.”
İşte alacağımız ve öğreneceğimiz en büyük ders bu olsa gerek ve yine hepimizin tanık olduğu bir gerçek var, her kriz şirketler için beraberinde büyük fırsatlar da getirir. Bu yüzden yönetimsel bir çerçeve çizerek, kararları olabildiğince çalışanlara bırakan, böylece müşteriyi merkeze alarak, organizasyondaki kolektif kapasiteden en üst düzeyde istifade eden ve değişime en hızlı tepki verebilen şirketler bu krizden daha da güçlenerek çıkabilir. Yani salgının geçmesini beklemektense “yeni normal”e uyum sağlayarak çeviklikle bir an önce tanışıp hayata geçirmek en doğru hamleler olacaktır. İşte tam da bu süreçte; sizi ileriye doğru, daha emin ve sağlam adımlarla, daha hızlı ve kararlı, daha plan ve programlı, daha sistemli ve daha stratejik olarak push edecek , hatta ve hatta psikolojik, zihinsel ve bedensel olarak da iyileşmeniz de önemli rol oynayacak olan kişi profesyonel bir koç (işletme ve yaşam koçu) olabilir. Unutmayınız ki herkes kendini her anlamda iyi edebilecek güç ve potansiyele sahip değildir. Önemli olan vaktinde ve zamanında bu tarz destekleri alabilecek farkındalıkta olabilmektir. Özelikle yurt dışında kobi düzeyindeki her işletmenin bir işletme koçu olmakla birlikte her bireyinde mutlaka ama mutlaka bir yaşam koçu bulunmaktadır. Çağ farkındalık ve bilgelik çağıdır, çağın getirdiği imkanları kullanmamak bana göre büyük bir körlüktür. Bu körlüğe kapılmayanlardan olmanızı diliyor, sağlıklı ve huzurlu günlerde buluşmayı diliyorum.
Nuran Özsöz profesyonel Koç (İşletme ve Yaşam Koçu)