Her canlı gibi günü geldiğinde her birimiz er yada geç ölüm ile tanışacağız. Ölümümüze sebep milyonda, binde yada çok küçük ihtimaller dahilinde olan belki bir virüs, belki bir deprem, belki bir kaza, belki de bir yangın yada her saniye her dakika, her gün çok kuvvetli ihtimal dahilinde olan ecelimiz olacak. Bu açıdan bakınca nasıl öldüğümüzün çokta bir önemi yok aslında.
Yapılan araştırmalar ölüm korkusunun en büyük korku olduğunu gösteriyor. Öyle ki bu korku ile başa çıkamayan milyonlarca insan psikiyatrlık, psikologluk olup destek almak zorunda kalıyorlar. Bu kişiler farkında dahi olmadan yarattıkları evham, endişe ve kaygılı duygular ile hayatlarını adeta işkenceye dönüştürüyorlar. Özellikle büyük afet ve bugün yaşamış olduğumuz covid-19 salgınında tanık olduğumuz gibi televizyon ve sosyal medyadaki bilgi kirliliği de ne yazık ki kaygı ve korkularımızı başta çocuklarımız olmak üzere toplumun her kesimini olumsuz etkilemektedir.
Kabul etmemiz gereken şu dur ki; korku duygusu vardır ancak bu duygu bize hayatımızı en iyi şekilde muhafaza etmemiz için verilmiş olduğuna inananlardanım. Bu duygu hayatımızı tahrip etmek, hayatı daha ağır, daha müşkül, daha elim ve azaplı yapmak için verilmiş olmasa diye düşünüyorum.
Peki burada önemli olan ne? Ölümlü olduğumuzu kabul etmek. Hem bu dünya, hem de ahiretimiz için yaşamak. Buna iman etmek. Hepimiz imanın şartlarını biliyoruz, öyle değil mi? Bunları laf olsun diye çocukluğumuzdan itibaren öğretmediler bize. Bir kulağımızdan girip diğerinden çıkmış olamaz. Neydi bu imanın şartlarından bir tanesi de? Belki bugün tam da ihtiyacımız olan Ahirete İman. Buna gerçek mana da iman eden bir kul ölümden korkar mı? Bence korkmaz. İman etmiştir, tevekkül etmiştir. Hayır ya da şer’in kısaca her şeyin Allah’tan geldiğini bilir. Bu manadan bakınca asıl korkmamız gereken bu dünyayı kaybetmekten değil, asıl ahiretimizi kaybetmekten korkmalıyız.
Seni tüm bu musibetler terbiye etmiyorsa sen kendi depreminin altında kalmışsın demektir.
Ahiretine iman etmiş bir kul bilir ki, ölüm aslında bir mekan değişikliğidir. Bilir ki, kendisine anne karnında biçilen elbisesi yani bedeni bu dünyada kalacak, ebedi olan ruhu ahirete intikal edecektir. Asıl melese dünyayı değil, ahireti kaybetmemektir. İnsan bir musibet olurda hayatımı kaybeder miyim, eşi mi çocukları mı kaybeder miyim, malımı mülkünü kaybeder miyim diye korku içerisindedir. Fani olan hiçbir şeyi veremiyoruz, paylaşamıyoruz ve kaybetmekten de korkuyoruz ne yazık ki. Oysa biliyoruz ki bu dünyada hiç kimse kalmayacak ve kalmadı da. O zaman neden bu dünya da mutluluk içerisinde kalma arzusundasın ve neden bu kadar korkuyorsun? Bundan daha önemlisi yüce ALLAH, sana arzu ettiğin her şeyin bulunduğu, üzüntü ve kederin olmadığı, içerisinde türlü zenginliğin olduğu bir cenneti vaat ediyor ve diyor ki, ben sana bunu verdim ama kazanıp yada kaybetmek senin elinde. Sana vaat ettiğim bu ebedi saadet ve mutluluğu, işte sana verdiğim bu ömür süresi içerisinde hak edecek yada kaybedeceksin. Bu ömür içerisinde günah işleyebilirsin ama içten bir tövbe ettiğinde ben bunu bile kabul ederim diyen bir Rabb’e sahipsin, yeter ki samimi olsun yeter ki pişman ol.
Ahiretini kazanmayan ve bu yalan dünya ya ehemmiyet veren divane, delidir demişler. Senin için bu dünya çok önemliyse, evler, arabalar, arsalar önemliyse, tabi ki depremden de korkarsın, salgından da dolayısıyla ölmekten de korkarsın. Korkmakla kalmaz sabaha kadar oturur, çay kahve sigara içer, sosyal medya ve televizyon sayesinde de evhamını, korkunu büyütür, adeta manyaklaşabilirsin de.
Madem ki sabaha kadar oturuyorsun o zaman bir düşün. Neden bu musibetler başımıza geliyor?
Hepimiz istemeyerek de olsa çocuğumuza tokat atmışızdır. Çocuğumuzu sevmediğimiz için mi bunu yaptık, üstelik canımız yandığı halde bin pişman olarak? Tabi ki hayır amacımız sadece çocuğumuzu terbiye etmek onu daha büyük hatalardan korumak içindi. Belki Cenab_ı Hak ta bizleri terbiye ve imtihan ediyordur. Bakara Süresi 155 – 157 ayet der ki“ Ve sizi mutlaka korku ve açlıktan ve mal, can ve ürün eksikliğinden imtihan ederiz. Ve sabredenleri müjdele” kısacası bazen hastalanacağız, bazen çok sevdiğimiz malımızı mülkümüzü kaybedeceğiz bazen de en sevdiklerimizden ayrılmak zorunda kalacağız. Kaybettiğimiz her ne ise bilmeliyiz ki ahiretimizin bir sadakasıdır, rahmetidir, bize baki hayatımızı kazandıracaktır. Şu da asla akıldan çıkarılmamalıdır ki bu tür gazaplar, “suda boğulanlar, enkazda kalanlar, sıtma ve ateşli hastalıklar” gazap içinde rahmet bir nevi şehitlik makamıdır. Hatta bir Peygamberimizin hadisi derki ; “ Müslümana bir gam, bir keder, onu üzebilecek herhangi bir hal, ayağına bir diken batsa Allah bundan dolayı onun günahlarını bağışlar.”
İman sadece ahiretimizi değil, dünyamızı da güzelleştirir. İman hem “Nur”dur hem de “Kuvvet”. Hakiki imanı elde eden insan kainata meydan okuyabilir, başına gelen tüm musibetlerin sıkıntısından kurtulabilir, azabını rahmete çevirebilir. İman edenin hesap gününde verilemeyecek hiçbir hesabı yoktur.
Salgından ölmeyeyim, depremden ölmeyelim, selden ölmeyelim, zaten bilmelisin ki hiçbir kimse Allah’ın izni olmadan ölemez. Bu alemde ki ömrün belli bir vakte bağlanmış, takdir edilmiştir, o vakit gelince ne bir an geri kalabilirsin, ne de ileri gidebilirsin, Allah’ın takdirindedir ve değişmeyecektir. Takdir edilmediyse ölmezsin. Gerçek İman sahibi için korku yoktur. Namazını kılıyorsa, orucunu tutuyorsa, çalmıyor ve çırpmıyorsa, yalan konuşmuyorsa, haramda gözü yoksa, lokmasını bölüşüyor, iyilikten başka bir düşüncesi yoksa evet işte böyle iman edenler için ölüm zaten cennetle müjdelenmiş olup onlar için adeta bir ödüldür çünkü sonsuz ve baki olan ahiretimizdir.
Tüm insanlığı tehdit eden bu büyük salgın “COVİD-19” dan almasını bilenler için sayılamayacak ibretlik dersler var. Ben inanıyorum ki dünya ve insanlık bir daha asla eskisi gibi olmayacak.
Kendi payıma çıkardığım dersleri aşağıda sıralamaya çalıştım. İnanıyorum ki herkes kendi kabı kadar derslerini aldı ve farkındalığını büyük ölçüde arttırdı.
- İnsanlık tarihi ne kadar eski olursa olsun, teknoloji ne kadar gelişmiş olursa olsun hala daha küçücük bir virüs ile baş edemediğimizi gördük.
- Bu öyle bir virüs ki ne dil ne kültür, ne din, ne ırk, ne finansal güç, ne ünlülük hiç bir şey tanımıyor, hepimize eşit davranıyor.
- Ülkelerin, insanların birbirleri arasına koyduğu sınırlar var, mesafeler var ancak bu virüs ne sınır nede mesafe tanımıyor.
- Bir kez daha bir şeyi çok iyi anladık ki sağlığımız her şeyden önemliymiş ve gerçek zenginlik sağlıkmış.
- Hayatın, bir evin içine sığabileceğini, yiyecek, içecek ve birkaç kıyafetten fazlasının çok ta gereksiz olduğunu gördük. Gereksiz ve çılgınca tükettiğimizin farkına vardık.
- Ailemizin önemi anladık. Yoğunluk ve koşturmaca içinde onlara ne kadar az vakit ayırdığımızın farkına vardık.
- Bu dönemde tüm olumsuz senaryolara rağmen bizi cesur kılan, ayakta tutan, ruh ve sinir sağlığımızı koruyan en büyük şeyin maneviyat ve imanımız olduğunu gördük.
- Paylaşırsak, bölüşürsek cehenneme dönmüş dünyayı cennete çevirebileceğimizi gördük.
- Zenginliğin malın, mülkün, başarılı kariyerli güzel ya da alımlı olmanın getirdiği anlamsız egomuzun koca bir balon olduğunun farkına vardık.
- Beterinde beteri olduğunu gördük ve şükretmenin önemini kavradık.
- İnsanlar evlerine kapandı, işyerleri kapandı ama çok ilginçtir ki dünya iyileşmeye başladı. Bunu görebilen ve anlayabilenler için bundan büyük ne ders olabilir ki?
- Belki de bu dönemde yapacağımız tek şey, en önemli şey hatalarımızdan öğrenmek, almamız gereken dersleri görmeye çalışmak, unutmamak gerekir ki Allah birinden konuşur ve bize hadiselerin iç yüzünü gösterir onun için bu hastalığı da sevmeyi ve öğrenmeyi bilmemiz gerekiyor.
- Ve bilmeliyiz ki her zorluğun ardından mutlaka er yada geç kolaylık gelecektir. Celalim cemalime giden nurdur, güzelliğin tecelli etmesi için önce zorluk lazım, baharın güzelliği yaz ile kışın arasında olmasıdır der tasavvuf ehli.
Buradan baktığımızda İbret almamız gereken bu salgın aslında insanlık için bir lütuftur, bu lütfu görmenizi, tedbirlerinizi alıp, takdiri yüce Allah (cc) bırakmanızı diliyorum.
Nuran Özsöz